Eskiden “bir ev, bir araba, bir maaş” yeterdi. Hatta bazılarına fazlası bile olurdu. Şimdi ise bir maaşla yalnızca geçinmek değil, ayın sonunu görmek bile neredeyse bir başarı sayılıyor. Hepimiz, görünmez bir ipte cambaz gibi yürüyoruz: Altta bir uçurum, üstte durmadan bastıran kaygılar.
Markete girerken fiyat etiketlerine bakmamayı tercih ediyoruz. Çünkü bakınca sadece rakamlar değil, umutlarımız da ağırlaşıyor. En temel ihtiyaçlar lüks sınıfına geçti. Peynir, et, süt… Artık sadece besin değil; bir dönemin hatırası gibi.
Bir ev kirası, faturalar, mutfak masrafı, çocuk varsa okul ihtiyaçları derken maaş daha elimize geçmeden buharlaşıyor. Geriye, cebimizde birkaç bozukluk ve zihnimizde binbir soru kalıyor:
“Yarın ne olacak?”,
“Bu böyle ne kadar devam eder?”,
“Çocuğuma nasıl bir gelecek sunacağım?”
Gelecek mi? O da kim?
Birçok genç, yarını planlamayı çoktan bıraktı. Bugünü kurtarmak bile lüks oldu. Üniversite mezunları asgari ücrete razı, çalışanlar ek iş peşinde, emekliler ise yeniden iş arıyor. Artık “okursan iyi bir işe girersin” cümlesi çocuk masallarından farksız.
Aile içinde roller de değişti. Bir kişi çalışıyor, diğerleri kısmaya, idare etmeye, bir şeyleri ertelemeye çalışıyor. Birlikte yaşanan bir dayanışma değil bu, birlikte çekilen bir yoksunluk hali. Sevgi dolu sofraların yerini sessiz hesaplar alıyor:
“Elektrik bu ay daha az gelmiş, iyi en azından doğalgazı ödeyebiliriz.”
Antidepresan Kutularında Saklanan Umutlar
Artık sadece cebimiz boş değil, içimiz de yorgun. İnsanlar market poşetlerini değil, omuzlarında taşır gibi hayatı. Ve bu yük, çoğu zaman sadece bütçeyle değil, bedenle ve ruhla da ödeniyor. Uyuyamayanlar, sabahları kalkamayanlar, durmadan düşünenler… Birçoğu çareyi reçeteli umutlarda arıyor: antidepresanlar.
Küçük kutular içinde büyük boşluklar saklanıyor. Her sabah bir bardak suyla birlikte yutulan sadece bir ilaç değil, hayata tutunma çabası. Kimse keyfinden içmiyor bu ilaçları. Yaşamak zorunda olduğu hayata biraz daha katlanabilmek için içiyor. Çünkü artık dert sadece geçim değil, geçinebilecek bir ruh hâli bulmak.
Gülümsemeler yapaylaştı, sohbetler kısaldı, dayanma eşiği düştü. Sadece cüzdanlar değil, psikolojiler de eriyor. İstatistiklere yansımayan bir depresyon salgını yaşıyoruz. Görünmez ama her yerde. Sessiz ama yakıcı.
Bir Şişede Saklanan Sessizlik
Kimi de çareyi akşamları açtığı küçük bir şişede bulmaya çalışıyor. Sessizce, kimseye çaktırmadan… Geceleri içilen bir iki kadeh, aslında ne keyif, ne kutlama. Sadece biraz unutmak için. Sadece birkaç saatliğine hayatı durdurmak için. Alkol, kısa süreliğine de olsa düşünceleri yavaşlatıyor; ama sabah, hesaplar yeniden başlıyor. Hem zihinde hem mutfakta.
Bu, çoğu zaman sosyal içicilik değil; sessiz bir çöküşün en görünmeyen yüzü. Çünkü insanlar artık gülmek için değil, unutmak için içiyor. İçtikçe daha az düşünüyorlar, ama daha çok boşlukta kalıyorlar.
Ve kimse bu boşluğu konuşmuyor. Çünkü geçim sıkıntısı konuşuluyor. Çünkü ekonomi konuşuluyor. Ama kimse insanların ruhunun ne hâlde olduğunu sormuyor.
Çözüm var mı? Varsa kimde?
Sorunun adını koymak kolay: Enflasyon, gelir dağılımı adaletsizliği, işsizlik… Ama çözüm için sadece tanı koymak yetmiyor. İnsanlar artık sabır değil, somut adım istiyor. Herkes çalıştığının karşılığını almak, emeğinin değer görmesini istiyor. En önemlisi de: İnsan gibi yaşamak istiyor.
Bir maaşa sıkışmış milyonlarca hayat, sadece ekonomik değil; aynı zamanda psikolojik bir çöküntünün içinde. Bu yükün altında ne ilişkiler sağlıklı kalıyor, ne umutlar yeşerebiliyor.
Belki de en acısı şu: Geleceğe dair hayal kuramamak.
Ve bir toplumun hayal kurma yetisi elinden alındığında, o toplum sadece yoksullaşmaz; körelir, kabuğuna çekilir ve sessizce yorulur.
Oysa insan dediğin, yalnızca hayatta kalmak için değil, yaşamaya değer bir hayat için var. Bunu unutmadığımız gün, belki yeniden iyileşmeye başlarız.