Vatanın dağlarında yankılanan kurşun sesleri, sadece bir nesli değil, bir milletin hafızasını da delik deşik etti.
Tam kırk yılı aşkın süredir, bu toprağın bağrına saplanan her mermi, ardında bir ana, bir eş, bir evlat, bir vatan yarası bıraktı.
Bugün, Türkiye “barış süreci” adı altında yeni bir sessizliğe yelken açıyor.
Kimine göre umut, kimine göre ihanete göz kırpan bir kırılma bu.
Dillerde huzur, yüreklerde kuşku…
Çünkü biz bu filmi daha önce izledik.
Aynı kelimeler, aynı vaatler, aynı suskunluk...
Ama geçmişte bu suskunluk ne zaman derinleştiyse, ardından gelen çığlık daha yüksek oldu.
**
Devlet Bahçeli’nin meclise yaptığı çağrı ve PKK’nın silah bırakma kararı, kimi çevrelerce cesur bir adım olarak görülüyor.
Ancak o adımın üzerine bastığımızda, altından gelen sesleri iyi duymak gerek.
Şehit ailelerinin içten içe attığı çığlıkları, gazilerin gözlerinden süzülen kırgınlığı, çocuk yaşta babasız kalan binlerce evladın sessizliğini...
Bu millet affeder ama unutmaz.
Biz bu toprağa can verenleri unutarak barış yapamayız.
Bir katilin pişmanlığı, bir şehidin babasına huzur getirmez.
Bir televizyon yayınıyla, bir sosyal medya paylaşımıyla vicdan temizlenmez.
Hele hele, eli kanlı bir terör örgütüne meşruiyet zemini yaratılarak asla bir gelecek kurulmaz.
Evet, barış kutsaldır. Barış, evladını askere gönderen bir ananın sabaha karşı ettiği duadır belki.
Barış, milliyetçiliği sloganlarda değil, yaşamda taşıyanların özlemidir.
Ancak barış, adaletle olur.
Hesaplaşmadan, helalleşme olmaz.
Bugün “barış” diye adlandırılan bu sürecin ardında hangi hesaplar var, hangi pazarlıklar döndü, bilen çok az.
Ama bildiğimiz bir şey var…
Vatan, geçmişi unutarak değil, yüzleşerek korunur.
***
Ben henüz 27 yaşındayım. Kimilerine göre daha yolun başındayım.
Ama doğduğum günden beri bu topraklarda terör var.
Yıllardır bu bayrak uğruna, biz rahat uyuyalım diye nice şehit verdik.
Ancak bu acı o kadar kanıksandı ki artık…
Bir haber bülteninde kısa bir başlık, bir sosyal medya paylaşımı…
Gelip geçiyor bizlerin hayatından.
Ama bazı görüntüler var ki, gelip geçmiyor.
Öyle şehit cenazeleri var ki, bir kere hayatımıza girip bir daha çıkmıyor.
Haftalarca uykusuz kalmama sebep olan, gözlerimin önünden hiç gitmeyen bir kare var.
Güzeller güzeli bir çift göz…
Bu gözlerin sahibi henüz 7 yaşında bir kız çocuğu.
Doğum gününde pasta kesmesi gereken bir yaşta.
Ama o günün kalabalığı, oyun arkadaşlarıyla değil; askerlerle, dualarla, ağıtlarla dolu.
Yüzünde acıdan çok, ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir şaşkınlık, bir çaresizlik…
Henüz ne olduğunu kavrayabilecek yaşta değil belki, ama o günün izleri bir ömür silinmeyecek.
Babası, Piyade Komando Binbaşı Murat Kemal Yetişen.
Kuzey Irak’ta Pençe-Kilit Operasyonu bölgesinde, bölücü terör örgütü mensuplarıyla çıkan çatışmada şehit oldu.
Toprağa verildiği gün, kızının doğum günüydü.
Aklımda hep aynı soru: “Neden?”
O küçük kızın ve onun gibi nicelerinin hafızasından, o gün bizim hayatımızdan gelip geçtiği gibi geçmeyecek.
Biz unutsak bile, o unutamayacak.
Doğum günleri, bir kız çocuğu için gülümsemek ve mutlu olmak için bir sebepken, onun için hep buruk geçecek belki de.
Madem oturduk aynı masaya, sormamız gerek:
“Neden bir kız çocuğu doğum gününde babasını toprağa verdi? Neden öldürdünüz?”
Gerçekten sorsak, ne derlerdi acaba?
“Davamız vardı, ideallerimiz vardı. Halkımız için savaştık.” mı?
Ama bu sözler bir çocuğun gözlerindeki acıyı silebilir mi?
**
Siyasi hesaplara kurban edilen şehitlerin anısı, eğer bir gün yine bir masada yok sayılırsa, bu millet o masayı altüst etmeyi bilir.
Suskun kalmayacağız.
Biz, sadece barış isteyenlerden değiliz.
Biz, haklı bir barış isteyenlerdeniz.
O da ancak adaletle, milletin onurunu koruyarak, şehitlerin ruhunu incitmeden olur.
Barış uğruna haysiyetinden, hafızasından, hakikatinden vazgeçen bir milletin barışı değil bu…
Ne o kız çocuğunun gözlerini ne de kaybettiğimiz bunca canı unutmayacağız.