‘Kahkahanın gömleğini giydirdim yoksulluğa
gülmenin hacizli ülkesinde’
Bugün iki dizemle başlamak istedim yazıma ve devamında da kısa bir hikâye yazmak geldi içimden.
Hikayem şöyle;
Yoksulluğun hakim olduğu kasabanın sokaklarında, insanlar başlarını öne eğmiş, ağır adımlarla yürüyordu. Herkesin omzunda bir yük, gözlerinde bir hüzün vardı. Yalnızca adı Mehmet olan küçük bir çocuk, sırtına giydiği eski gömleğin içinde gülebiliyordu. O gömlek, delik deşik ve yamalıydı ama o çocuk, yoksulluğun karanlığına rağmen ışık saçan kahkahalarıyla dikkat çekiyordu.
Bir gün, kasabaya yolu düşen bir gezgin, bu çocuğu fark etti. Kendi içindeki karamsarlıkla yürürken, çocuğun kahkahaları ona farklı bir umut gibi geldi.
Durdu, çocuğa yaklaştı ve sordu:
"Bu kadar mutlu olmayı nasıl başarıyorsun?"
Çocuk gülümseyerek cevap verdi:
"Kahkahanın gömleğini giydirdim yoksulluğa. Gülmek, bu hacizli ülkenin bana koyamadığı tek yasak."
Gezgin, çocuğun sözlerinde derin bir bilgelik buldu.
O an anladı ki yoksulluk sadece maddi değil, ruhsal bir şeydi.
Ve gülmek, ne kadar fakir olursan ol, insanın kalbine dokunan en değerli hazineydi.
O günden sonra, gezgin de kahkahanın gömleğini sırtına geçirdi ve yoksulluğun soğuk rüzgarlarına inat, içten bir kahkaha atmayı öğrendi.
…
İşte o çocuk, kahkahasının peşinden gitmiş, yoksulluğun gri yüzüne inat gülmüş.
Fakat her şey bu kadar kolay mı?
Elbette değil.
O çocuk okul çağına gelince, gerçeklerle daha sert bir şekilde yüzleşiyor. Okula gidiyor, ama karnı hep aç. Arkadaşları beslenme saatinde evden getirdikleri yiyecekleri çıkarıp yerken, o bir köşeye çekiliyor. Çünkü ne beslenme çantası var ne de içine koyacak bir dilim ekmeği. Aç kalmanın ne demek olduğunu her gün yeniden öğreniyor. Sabah aç okula gidiyor, öğle arası aç bekliyor, akşam eve aç dönüyor. Anne babası ona mahcup. Onlar da ne yapsınlar? Ülkenin ekonomik şartları bu hale gelmişken, aç kalan çocuklarına nasıl yemek versinler?
Bırakın beslenme çantasını, içine koyacak yiyecek yok ki. Bazı aileler, kanserojen plastik kaplardan beslenme çantası alıyor çocuklarına. Aslında, o kapların ne kadar tehlikeli olduğunu bilen de var bilmeyen de. Ama kimse bunu umursayamıyor artık. Çünkü ortada bir yemek olsa, beslenme kabının kanserojen olup olmaması lüks bir mesele haline gelmiş. Çocuklar sadece o kabı taşımak için heves ediyor, ama asıl mesele şu ki o kabı dolduracak bir şey bulmak imkânsız.
Türkiye’nin dört bir yanında Mehmet gibi çocuklar var. Anneleri her sabah mahcup, babaları omuzlarındaki yükün altında ezilmiş. Ekonomik kriz, sadece büyükleri değil, masum çocukları da vuruyor. O çocuklar, aç karınlarına rağmen derslerine odaklanmaya çalışıyor. Yetersiz beslenme, eğitimsiz kalma ve sağlıksız bir gelecek, hepsi bu çocukların karşısında büyük bir duvar gibi yükseliyor. Kahkahanın gömleği bile bazen yetmiyor onlara.
Artık aç kalmak, sadece sofrada değil. Çocuklarımızın geleceği aç kalıyor, umutları aç kalıyor, hayalleri bile bu ekonomik krizin pençesinde giderek soluyor. Bir çocuğun karnını doyurmak, ona sadece bir öğün yemek vermek değil. Ona umut, ona gelecek vermek. İşte Türkiye’de bugün aç olan sadece karınlar değil; zihinler, ruhlar ve en acısı da umutlar aç kalmış durumda.
Şimdi soru şu:
Mehmet’i sen de tanıyor musun?
Mehmetlerin karnını doyurabildiği bir ülke olmamız dileğiyle…