21. yüzyıldayız. Dünya, teknolojide devrimler yapıyor, yapay zekâlar hayatımızı yönetmeye başlıyor, milyarderler Mars’a gitmenin hayalini kuruyor.

Ama aynı dünyada, Gazze Şeridi’nde çocuklar açlıktan ölüyor. Sadece son 24 saatte 8 insan daha… Toplamda 281 kişi… Ve bu insanların 114’ü çocuk.

Bakın, bu sadece bir sayı değildir. Bu, utancımızın rakamsal ifadesidir. Bu, tüm insanlık adına yere düşmüş bir ahlaki vicdandır.

İsrail’in Gazze’ye dayattığı bu kuşatma, bu abluka, bu kesintisiz saldırılar; sadece bombalarla değil, gıda ile, ilaç ile, su ile yapılan bir savaş biçimidir. Adı konmamış bir soykırımdır bu.

Dünyanın gözleri önünde, İsrail ve onun en büyük destekçisi ABD’nin güdümündeki yardım dağıtım noktalarında dahi, insanlar hedef alınarak öldürülüyor. Yardım almaya çalışan sivillerin üzerine ateş açılıyor.

Bu artık bir savaş değil, düpedüz bir imha politikasıdır.

BM’nin resmi raporu ortada: Gazze’deki kıtlık, felaket seviyesinde. Yarım milyondan fazla insan açlıkla, ölümle burun buruna.

22 ay süren acımasız bir savaşın ardından, geriye yıkılmış hastaneler, yok edilmiş altyapılar ve ölü çocuk bedenleri kalmış durumda.

Bu yazı bir politik tartışma değil. Bu bir taraf tutma meselesi değil. Bu, insan olanla olmayan arasındaki ayrım çizgisidir.

Açlık, sadece mideyi değil, onuru da kurutur.

Gazze’de bugün açlıkla terbiye edilmeye çalışılan bir halk var.

Ama bu halk direniyor. Onurlu, kararlı ve sabırlı bir duruşla direniyor.

İsrail’in bu savaş suçlarına karşı ses çıkaramayan, üç maymunu oynayan batılı devletler, bugün konuşmasalar da, tarih onları suskunluklarıyla yargılayacak.

Bu çağda, açlıktan çocuk ölüyorsa, susmak ihanettir...