BİLMİYORDUM : 1923–1924 yıllarındaki Türk–Yunan Nüfus Mübadelesi, Sonunda ;
Yaklaşık 1,2 milyon Ortodoks Rum, Türkiye’den Yunanistan’a. Yaklaşık 450 bin Müslüman Türk, Yunanistan ve kısmen Balkanlar’dan Türkiye’ye getirilmiştir.
BİLMİYORDUM: Kocaeli’nin yerlileri Romanlar değildir — ancak Kocaeli’de Roman toplulukları çok eski ve yerleşik bir nüfusu oluşturur; bu durum bazen " yerli" tabiriyle karıştırılabilir. Bazı Roman aileleri 5–6 kuşaktır Kocaeli’de yaşadıkları için yerel halk arasında “bizimkiler, yerli Romanlar” şeklinde bilinir.
BUNU BİLDİĞİM SÖYLENİR: “Akıllı şehir” sözü son yıllarda o kadar çok kullanıldı ki, neredeyse her tabelaya, her projeye iliştirilen bir süs cümlesine dönüştü. Ama sormak gerekiyor: Gerçekten mi akıllı, yoksa sadece “öyleymiş gibi görünen” şehirlerden mi bahsediyoruz?
Bir şehirde akıl, iki şekilde ortaya çıkar. Birincisi; üst yöneticilerin kendi doğrularına göre kenti şekillendirdiği yöntemdir. Yani, “Ben biliyorum, siz anlamazsınız” mantığı.
İkincisi ise; kenti yaşayanların önceliklerini dinleyip, ortak akılla yola çıkan anlayıştır.
Hangisinin sonuç verdiğini anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Biraz ülke geneline bakalım…
Son yıllarda birçok kentte büyük altyapı yatırımları başladı. Metro, raylı sistem, alt geçit, üst geçit… Kâğıt üzerinde hepsi çağdaş, hepsi “akıllı ulaşım” başlığı altında. Ama çoğu zaman bu projeler planlanırken kent paydaşlarının, mühendis odalarının ya da üniversitelerin görüşleri yeterince alınmadı. Bilgilendirme yerine “yapıyoruz, olacak” anlayışı hâkim oldu. Sonra da inşaat sürecinde yaşanan sorunlar halkta tedirginlik yarattı.
Bu bağlamda baktığımızda ise işte tam bu noktada “akıllı ulaşım” kavramının sınavının başladığını gözlemleriz. Çünkü ulaşımın altyapısı akıllanırken, karar süreçleri duvarlar arkasında kalıyorsa, o şehir henüz akıllı değil, sadece “kontrollü”dür. Gerçek akıllı şehir, önce halkını bilgilendirir, sonra toprağa ilk kazmayı vurur.
Benzer bir örnek çevre projelerinde… Bazı şehirlerde yapılan sahil düzenlemeleri, parklar, yeşil alanlar ilk bakışta modern ve etkileyici görünür. Ama birkaç hafta sonra bu alanların hor kullanıldığını, kirletildiğini, kısa sürede eskidiğini görürüz. Neden? Çünkü insan, kendini içinde görmediği projeye sahip çıkmaz. Bir kentte vatandaş “burası bana da sorularak yapıldı” diyorsa, o alanın koruyucusu olur. Ama sadece açılışta davet edilip sonra unutuluyorsa, orada ne kadar teknoloji olursa olsun, şehir kültürü eksiktir.
Demek ki mesele sadece fiziksel düzenleme değil; kent kültürü, bilinç ve sorumluluk zinciridir. Vatandaşın dâhil olmadığı, sadece kurdele kesiminde hatırlandığı projeler uzun ömürlü olamaz. Çünkü akıllı şehir, halkın kendisini dışlayan değil, içine alan şehir olmalıdır.
Bugün birçok şehirde “Akıllı Şehir Dairesi Başkanlığı” tabelası var. Ama aynı şehirde hâlâ veriler paylaşılmaz, planlar tartışılmaz, kararlar kapalı kapılar ardında alınır. Sonra birileri çıkıp, “Biz akıllı şehir olduk” der. Hayır efendim, siz sadece teknoloji satın aldınız.
Akıllı şehir, akıllı cihazlarla değil, akıllı insanlarla inşa edilir. Yani fikirleri dinlenen, süreçlere katılan, yaşadığı alanı sahiplenen insanlarla.
Gerçek akıllı şehir, vatandaşı sadece izleyici değil, sorumlu ortak haline getiren şehirdir.
Bir şehri akıllı yapan sensör değil; o sensörü nereye koyacağını, neden koyacağını bilen toplumsal bilinçtir. Ve unutmadan… Bir şehirde yöneticiler hâlâ “biz yaptık” diyorsa orada umut vardır. Ama hâlâ “ben yaptım” deniyorsa, orası henüz akıllı değil, sadece konuşan bir şehirdir. Son olarak; “Bir şehir büyür, ama akıllanmazsa yanar”.