Zaten okumuyoruz. Okumakla ilgili ciddi bir problemimiz var. Okuduğumuzu anlamaksa, başka bir katman... O da ayrı bir problem. Ama mesele burada da bitmiyor; artık izlediğimizi de anlamıyoruz. Videolar, görseller, açıklamalar, yazılarla desteklenmiş halde karşımızda duruyor, yine de ya yanlış anlıyoruz ya da hiç anlamıyoruz.

Çünkü asıl sorun daha derinlerde.

Bugün geldiğimiz noktada, yargılarımızın şekillendirdiği bir algı evreninde yaşıyoruz. İzlediğimiz, okuduğumuz, gördüğümüz her şeyi önyargılarımız süzüyor. Ve çoğu zaman bu yargılar, bizi gerçeğe değil, kendi iç sesimize götürüyor. Fikir altyapımız, ne yazık ki çoğu zaman bize sunulan bilgiden değil, daha önceden sahip olduğumuz kabullerden besleniyor.

Bir metnin, bir görüntünün, bir konuşmanın verilmek istenen mesajını değil; anlamak istediğimiz mesajı alıyoruz. İşimize geleni seçiyoruz. Oysa iletişimin temelinde anlamaya çalışmak vardır, haklı çıkmaya çalışmak değil.

Bu yüzden artık sadece anlamıyoruz. Yanlış anlıyoruz. Yanlış anlamakla kalmıyor, bu yanlışı doğru kabul edip üzerine yargılar inşa ediyoruz. Bu da bizi kaçınılmaz olarak kutuplaşmaya, tahammülsüzlüğe ve iletişimsizliğe sürüklüyor.

Okumak yetmez. Anlamak zorundayız. Ama önce önyargılarımızla yüzleşmeliyiz. Anlamanın ilk adımı, bildiğini sanmaktan vazgeçmekti.